Monday 5 April 2010

sharon zukin, sarah lyon

Zukin

Postmodern dünyada bireyin bir yandan ‘farklı’ olanı arama bir yandan da belli bir toplumsal sınıfa girme (standartlaşma/homojenize olma) endişesi... Mekansal ve kültürel olarak sürekli artan -talep edilen ve arz yaratılan- bir çeşitlilik fakat bu çeşitliliğin homojenleştiği mekanlar, kültür… Post-fordist üretimin mekansallaşma sürecinde; sürekli tüketimi ve yeniden tüketimi (her seferinde bir öncekinden ‘farklı’ olanın tüketimini) destekleyen ve hem çelişen hem birbirini tamamlayan çeşitlenme ve standartlaşma sürecinde metalaşmayan bir çeşitlilik -bitmez tükenmez bir karşıtlık- mümkün mü?/nasıl mümkün olabilir?

Bugün belli bir yere özgü üretim teknikleri ile üretilen (otantik) ve o yerin kültürünün bir uzantısı olan bir ürün bulunabilir mi? O yerin yerlisi fabrikasyon bir ürünü ‘daha iyi/ucuz’ olduğu için talep ederken, turist otantik olanı arıyor. Bu nedenle kültürel çeşitlilik her kültür mekanında, “made in China” yazan her sergiye/müzeye/şehire ‘özgü’ desenlerin/simgelerin basıldığı bardaklar/kalemler/anahtarlıklar gibi standartlaştırılmış ürünlerin pazarlanması ile mi sağlanıyor? Eğer otantik olan yeniden üretilmişse “kültürünüzü sizin için biz daha iyi olarak ürettik”(Jameson, 1997) söylemiyle çeşitliliğin yok olmamasının sağlanıyor olması ne kadar gerçek/yapay?


Lyon

Gölgede büyüyen kahve üretimi sistemin dışında bir üretim gibi gözüken ama aslında sistemin kurallarını farklı bir şekilde uygulayarak sadece ürünü tüketim nesnesi haline getirmekle kalmayıp üretim gücünü de metalaştıran (‘postindustrial imagination of nature’) görünürde ‘organik’, özünde sermaye birikiminin (yeni) bir parçası olan bir süreç değil mi?

Organik, çevre dostu, ekolojik vb. söylemlerle hangi tüketimin daha ‘iyi’ olduğunu vurgulamak özünde çeşitliliği artırarak tüketimi destekleyen bir tavır değil midir, farklı bir yoldan aynı sonuca ulaşmaya neden olmaz mı? Buna karşı günümüz üretim biçimlerini dışlayıp bireysel üretimi öngören bir yaklaşım romantik bir yaklaşım değil midir? Bu noktada neyin nasıl tüketileceğini değil, tüketimin kendisini sorgulamak ve bugünün üretim biçimlerini reddetmemek fakat onları daha insancıl/sağlıklı/vb kullanmaya yönelmek/yöneltmek daha gerçekçi bir tavır olmaz mı?

No comments:

Post a Comment