Sunday 5 December 2010

NAI @ ITU, 06-08.12.2010

http://www.arkitera.com/e3784-the-netherlands-architecture-institute-nai---debate-on-tour-istanbul.html


NAI @ ITU, 06-08.12.2010

Sunday 10 October 2010

Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’a: Mimarlık ve Kent, 1910 - 2010

Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul’a: Mimarlık ve Kent, 1910 - 2010


15-16 ekim, İTÜ TAŞKIŞLA Binası-127

http://www.obmuze.com/2010/etk140910.asp

Sunday 6 June 2010

Wednesday 2 June 2010

Lecture series by DAVIDE DERIU at TASKISLA-ITU, 134

Lecture 1 - The city in the field of aerial vision – 08.06.2010, 12:30

The lecture will explore the impact of aerial visuality on the image of the modern city. A broad historical sweep, ranging from the imaginary bird’s-eye views of the Renaissance down to the age of the camera, will show a variety of ways in which cities have been historically seen and comprehended from the air. The lecture will focus in particular on the advent of photography and will discuss the aesthetics and politics of representation that emerged in the early twentieth century, when architecture became closely intertwined with mass media.


Lecture 2 - Picturing Modern Ankara: ‘New Turkey’ in Western Imagination - 09.06.2010, 12:30

Much has been written about the involvement of European artists, architects and planners in the making of modern Ankara. But how was this extraordinary event viewed from the West? At a critical historical juncture, in which the geopolitical space of the Orient was being radically reconfigured, Ankara provided an unexpected terrain of cross-cultural encounters between East and West. The lecture discusses a range of impressions of Ankara that were registered by travel writers and other authors in the early Republican period, so as to question how literature shaped the western perception of ‘New Turkey’.



Seminar 3 – Reading Pamuk’s Istanbul - 10.06.2010, 12:30

Subject of an extensive discussion in Turkey as well as abroad, the work of Orhan Pamuk raises a number of critical issues to those concerned with architecture and the city. This seminar proposes some possible interpretative keys that will serve to open up a debate about Pamuk’s literary depictions of Istanbul, with particular reference to issues of memory, identity, and urban experience.

**********************************************
Davide Deriu is a Post-doctoral Research Fellow in the Department of Architecture at the University of Westminster, London. He graduated in architecture from Politecnico di Torino, Italy, and specialised in history and theory at the Bartlett, University College London. He has been a research fellow at the Canadian Center for Architecture and the Paul Mellon Centre for Studies in British Art, and taught at METU Ankara as well as UCL and various other universities in Britain. His main research interests lie at the intersection between architectural history and visual culture, with a focus on urban representations in photography, film, and literature. Ongoing projects include a book on urbanism and the aerial imaginary and an edited issue of the London Journal entitled ‘Eyes over London’. He is also co-organising the forthcoming international conference ‘Emerging Landscapes: Between Production and Representation’ at the University of Westminster (25-27 June 2010).
************************************************

Monday 31 May 2010

Asmalımescit'te Kimlik ve Nostalji_ Refik ve Yakup Meyhaneleri



Asmalımescit'te
yıllara göre değişim


videomuza bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
http://vimeo.com/12177399

Asmalımescit'te Kimlik ve Nostalji_ Refik ve Yakup Meyhaneleri

BIGCHEFS-Tüketimin Alışkanlıklarının Tükettikleri

big chefs sunum videosu:

bölüm1


bölüm2


ikisini de indirip rar. ını açtıktan sonra izleyiniz.

iyi seyirler.

Monday 17 May 2010

Thursday 6 May 2010

Laleper Aytek @ Fransız Kültür Merkezi

Laleper Aytek @ Fransız Kültür Merkezi


fotoğraf sergisi
(Marmaray kazı alanı, ortaya çıkan buluntular ile kazı alanının yakın çevresine odakli)

acilis: 11 mayis, 18.30

BAS...

http://www.b-a-s.info/mailing/koridor_ust.jpg

Monday 26 April 2010

marmara'dan levrek gelmiş, evde bir rakı masası


soldan sağa, ayaktakiler: levrek, levrek, rakı, rakı bardağı, çiçek ekmek
ortadakiler: közlenmiş patlıcan, acılı ezme, haydari, soğan salatası, tuz, karabiber
oturanlar: kalamar, buz, su

Sunday 25 April 2010

Daniel Spoerri - Eat Art












Tableaux pieges by Daniel Spoerri

Wednesday 21 April 2010

Bozcaada icin

30 nisan cuma gecesi hareket, 02 mayıs pazar gecesi donus icin gelenler ltf gmail adresime isimlerini mesaj atsın...

Sunday 18 April 2010

Emek Sineması ile ilgili Uğur Vardan'dan yazı

Yazı 80'ler Dalan ve Taşkışla'nın yıkımın eşiğinden dönmesiyle başlıyor. Türkiye ve sözde yerel yönetimlerinin aynılıkları ile ilgili yapılan tespit etkileyici. Yazı aşığıdaki link'te, sizden ilgi beklemekte.

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=992097&Yazar=U%D0UR%20VARDAN&Date=18.04.2010&CategoryID=113

Saturday 17 April 2010

kahvaltı



çay: çaykur, ekmek: aynalı fırın, beyaz peynir ve mihaliç peyniri: itimat şarküteri, edam ve biberli gouda: rani organik peynir, yumurta ve sucuk: erciyes şarküteri, siyah ve yeşil zeytin: erzurum şarküteri, krem peynir: pınar, sarımsak sos: heinz

Friday 16 April 2010

Thursday 15 April 2010

BURCU YİĞİT TURAN, eleştirel şehircilik için "peyzaj"

BURCU YİĞİT TURAN,
eleştirel şehircilik için "peyzaj"

20 nisan 2010, salı
17.30
TAŞKIŞLA, doktora odası - 134 yanı

Monday 12 April 2010

why translation matters?

http://www.nytimes.com/2010/04/11/books/review/Howard-t.html?nl=books&emc=booksupdateema3

VASIF KORTUN, 14 NİSAN

İstanbul Söyleşileri,Vasıf Kortun'un "Geçmişe Doğru, İstanbul'da Güncel Sanat Sektörü" başlıklı konuşmasıyla devam ediyor. 14 Nisan 2010 Çarşamba günü saat 18:30'da İTÜ Taşkışla binasında gerçekleştirilecek söyleşide, İstanbul'daki güncel sanat sektörü ele alınacak.
Vasıf Kortun, İstanbul'daki sanat sektörünün, sektörün üzerinde hareket ettiği coğrafyanın, alımlanma senaryolarının ve oyuncuların çeşitlenmesinin, 110 yıl öncesine benzemeye başladığını belirtiyor. Kortun'a göre, yeni açılan devasa kurumlar ve uluslararası sergiler, Beyoğlu - Galata aksındaki kültürel hizmetlerin yoğunlaşması ve sanat haberlerinin medyada yoğun yer almasına koşut olarak, İstanbul dünya kenti kimliğine yeniden bürünüyor. Söyleşide, görünenin ötesinde, yeni durumun analizinin nasıl yapılması gerektiği, kırılma noktalarını nelerin oluşturduğu ve kültürel aracıların tarihin neresinde durduğu tartışılacak.


Vasıf Kortun

1994 - 1997 yılları arasında Bard College'da "Museum of the Center for Curatorial Studies"in, 2001 - 2003 arasında Proje4L İstanbul Güncel Sanat Müzesi'nin kurucu yönetmeni olarak çalıştı. 1992'de İstanbul Bienali'nin şef küratörlüğünü, 2005'te ise eşküratörlüğünü yaptı. 1998 Sao Paolo, 2003 Tirana, 2008 Taipei Bienallerinin eşküratörlüğünü üstlendi. Ayrıca, 1994 ve 1998 Sao Paolo Bienallerinin ve 2007 Venedik Bienali'nin Türkiye pavyonlarının küratörlüğünü yaptı. Aralarında Walker Art Center, Museum of Modern Art, The Guggenheim, Tate Modern, VanAbbe Museum, Artists Pension Trust ve The Gyeonggi Creation Center'ın bulunduğu müze ve kurumlara danışmanlık ve koleksiyon danışmanlığı yaptı. Yazı ve ropörtajları birçok kitap, dergi ve sergi kataloğunda yer aldı. Erden Kosova ile birlikte kaleme aldığı "Jahresring 51: Szene Türkei: Abseits aber Tor" adlı kitabı 2004'te yayımlandı. 2005 yılında düzenlenen 26. Ljubljana Bienal'inde, 2004'teki Gwangju Bienal'inde ve 2003 yılındaki Venedik Bienal'inde jüri üyeliği yaptı. 2006'da Center for Curatorial Studies tarafından her yıl verilen "Curatorial Excellence" ödülüne layık görüldü. Broadsheet Magazine ve Contemporary Practices Art Journal dergilerinin editörlerinden olan Kortun, Foundation for Arts Initiatives'in mütevelli heyetinde bulunuyor. Vasıf Kortun, 2001 yılından bu yana Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi'nin yöneticiliğini üstleniyor.

Osmanlı Bankası Müzesi binasının restorasyonu nedeniyle, müzenin 2009 - 2010 dönemindeki bütün etkinlikleri, İTÜ Taşkışla binasında gerçekleştirilecek.

Sunday 11 April 2010

BİR MCDONALD'S ÇALIŞANI GÜNCESİNDEN...


Günler her zamanki gibi 6.30 da başlar. Hızlıca siyah pantolon ütülenir. Mavi gömlek üste geçirilir. Kurdela sıkıca toplanan saça bağlanır. Bisikletle yarım saat süren yolculuktan sonra işe ulaşılır. Daha McDonald’s açılmamıştır. Ürünler arka kapıdan alınır ve soğutucu depoya yerleştirilir. Masalar silinir. İçecekler kontrol edilir. Hemen son hazırlıklar tamamlanır. Ve kapıların açılmasıyla McDonald’s ta hayat başlar. Kahvaltı için gerekli olan ürünler, müşteri istilası karşısında hazırlıklı olmak için önceden pişirilmeye başlanmıştır bile. McDonald’s ta kahvaltı bizim(Türkiye’de) pek de tercih ettiğimiz bir şey değildir Fakat Destin (Florida, Amerika) ’de insanlar kahvaltı için kuyruk oluşturur. Sıcak kahve ve yanında çeşitli kahvaltı menüleriyle masaları doldururlar. McDonalds’ta herkesin uyması gereken kurallar vardır. Ben kasa önünde çalışırım. Her zaman gülümsemek ve müşteriye kibar davranmak durumundayım. Tercihlerini yaptıktan sonra müşterilere bu ürünümüzde kampanya var bunu da alır mısınız diye kibar bir dille baskı yaparım. Kimisi teşekkür eder, kimisi fiyatındaki indirime aldanarak o ürünü de alır. Bende bana hiçbir maddi manevi getirisi olmamasına rağmen o ürünü sattığım için mutluluk duyarım. McDonald’s ta sosların bile belli yerleri vardır. Herkes ve her ürün kurala uymak zorundadır. Patatesler sıcak , hamburger eti yeni pişmiş, cookie ler kıtır kıtır olmalıdır. Çalışanlar ise aynı pantolonu,gömleği giymeli, her zaman hızlı ve pratik olmalı , müşterilere olduğu kadar birbirlerine de saygılı davranmalıdır. “Thanks for french fries. Two big mac please…” cümlelerinin havada uçuştuğu bir ortamda suratımda kocaman bir gülümsemeyle, Türk aksanlı İngilizcemin de bana kattığı sempatiklikle “Good morning, may I take your order please” cümlesi ezbere ağzımdan dökülür. Gün içerisinde aynı cümleyi kaç defa söylerim bilinmez. Bir süre sonra gelen kim, istenilen nedir farkında bile olmadan binlerce hamburger ve türevini satarım.. Sadece saatlerin biran önce geçmesini isterim ve eve gittiğim anı düşünürüm. Ta ki her gördüğümde “Yeter artık be kadın dev gibi olmuşun hala McDonald’s a geliyorsun” diyesim gelen müşterim Linda “How are you?” diyerek beni kendi dünyamdan McDonald’s a geri getirene kadar. Bazı müşterilerim vardır ismen tanıdığım. Linda da onlardan biridir. Hergün 13.30 da gelir ve Ceasar Salad ister. Gerçi hayatı boyunca salata yediyse bu hale nasıl geldiği beni dehşete düşürür. 100-120 kilo civarında sarışın tatlı bir bayandır. McDonald’s ürünleri dışında ağzına herhangi bir ürün sokmaz. Böyle bir ihaneti asla bize yapmaz.:) Bir süre sonra yine rutin moda girerim saat 14.30 ve kasama gelen kişi sayısı 300 ü aşmıştır. Destin okyanus kenarındaki bir tatil bölgesidir ve yaz sezonunda çok fazla turiste ev sahipliği yapar. Turistlerin McDonald’s ı tercih etmelerini anlayabilirim. Dünyanın her yerinde aynı standartlarda ürüne ulaşma fikri kulağa hoş gelir. Düşünüyorum da ben de yurtdışında nereye gitsem önce BigMac menümü alırım. Yerel lezzetleri denemeye cesaretim yoktur henüz. İlk defa o ülkeye, o şehre gelmişimdir. Zihnimde ne nerede, ne kadar sağlıklı ne kadar pahalı soruları uçuşurken, 4 aylık bir geçmişim olmasının katkısı var mıdır bilinmez, ayaklarım beni McDonald’s a götürür. Turistleri bir yana bırakalım yerel halk neden bu kadar çok McDonald’s ı tercih ediyor bilinmez. Evinin çok yakın olduğunu bildiğim, . 2-3 yaşındaki çocuklaryla gelen müşterilerim vardır ve neredeyse her gün aynı öğünleri isterler. Ufacık çocuklar kendi isimlerini söylemeyi bile öğrenmeden “Chicken Nuggets” diyerek bana şirinlik yapabilirler. Aileler bu konuda çok duyarlıdır. McDonald’s ın sağlıklı olarak nitelendirilen ürünlerinden biridir “Apple Dippers”. Elmayı 6 ya böl poşetin içine koy bu ürünü elde edersin. Fakat aileler nedendir bilinmez bir yerden bir elma alıp 6’ya bölüp çocuklarına vermeyi başaramazlar. Onu bile McDonalds’tan alırlar. Bazen bir elma götürüp bölüp o çocuklara vermek isterim. Neyse, bu düzen içinde yapmam gerekenler bunlar değildir. BigMac, Big‘N Tasty, .Quarter Pounder, FiletoFish,… derken saatler geçer. Kasadaki bozuk paralarım bittikçe koşarak arkaya gider para üstü vermek için bozuk para temin ederim. Bu sırada kasamın önünde biriken sinirli kalabalık bana kötü kötü bakar. Yine yüzüme koca gülümsememi takınır, benim hatammış gibi geç kaldığım için özür dilerim ne de olsa müşteri her zaman haklıdır. Bu böyle devam eder gider..Saat 15.30 olmuştur. Yerime geçecek olan arkadaşım gelmiştir. Isınma hareketleri yapmaktadır. Zorlu mücadelede birkaç dakika sonra yerimi ona devrederim. Son olarak kasa önünü ve masaları silerim bu da kasa önü çalışanının son görevidir. Artık McDonald’s öğleden sonra çalışanlarına teslim edilmiştir. Bende içeri geçer Mc Chickenımı alır bisiklete biner evime doğru ilerlerim.

Özetle kapitalist sistemin bir sonucu olarak genel anlamda bütün insan ilişkileri ve en önemlisi insan emeği alınıp satılabilen birer mal haline dönüştürülmüştür. İnsanlar tarih boyunca oluşturdukları lezzet dünyasını hiçe sayarak tat zevkini aynılaştıran, yerel lezzetlerin giderek yok olmasına neden olan fast food ürünleri daha çok talep etmektedir. Herkes bunun farkındadır fakat sistem o kadar benimsenmiştir ki kimsenin değil bir şeyler yapmaya bu konuda konuşmaya bile hevesi yoktur.

Söyleyeceklerimi şu özlü söz ile bitiriyorum:

i'm loving it :)

http://m.radikal.com.tr/iphone/NewsDetail.aspx?ArticleID=31622&CategoryIDs=21

Saturday 10 April 2010

http://www.nytimes.com/external/gigaom/2010/04/02/02gigaom-10-simple-google-search-tricks-58674.html?WT.mc_id=TE-SM-E-FB-SM-LIN-HAL-041010-NYT-NA&WT.mc_ev=click

food+sex

The New Aesthetic of Food Food + Sex is a collage art food magazine exploring how desire shapes what we grow, make and eat. By weaving erotic, shocking and thoughtful layers of beauty, wildness and the human spirit, we peer into the fire of hope and fear to find the hidden, seek the cosmic and reflect on the elemental connectedness in life that opens us to new ways of being. Included in its pages are a visual patchwork of uncommon art, essays and excerpts by thinkers, makers and doers of do-it-yourself food culture.

http://www.foodandsex.us/

Friday 9 April 2010

ARKIMEET 25

ARKIMEET 25


13 Nisan 2010 - saat: 19:00 Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü

"Arkitera Mimarlik Merkezi’nin duzenledigi ve BUILdIST Yapi Malzemeleri Fuari'nin destekledigi ARKIMEET konferanslarinin 25’incisi, tasarim odakli pratiklere agirlik veren Misirli mimar Shahira Fahmy'nin katilimiyla 13 Nisan 2010 Sali gunu saat 19.00’da Bahcesehir Universitesi Besiktas Kampusu'nde gerceklestirilecek. Simultane olarak Turkce'ye cevrilecek konferans ucretsiz ve herkesin katilimina acik.
Arkitera Mimarlik Merkezi"

Thursday 8 April 2010

tepsideki menünün ardında neler dönüyor?


Okumaları yaparken, fast food üzerine aklıma bir film geldi, belki izlemişsinizdir, gene de buradan paylaşmak istedim.
Fast Food Nation, 2006 yapımı bir film, yönetmeni Richard Linklater. Hamburger Cumhuriyeti diye çevrildi sanırsam. İzlerken kişiyi biraz rahatsız etse de, rahatsız etme hali ve biçimi oldukça kalıcı. "Mcdonalds" vari yerlerde tepside önümüze gelen menünün ardındaki hikayeleri, sarsarak anlatan bir film. İzlenmesi, bilinmesi bir şekilde işe yarar diye düşündüm.

İstanbul Film Festivali'nden

Dikkatimi çeken -kent yaşantısıyla, kapitalizmle ilgili- filmleri bağlantılarıyla listeliyorum. Ben muhtemelen gidemeyeceğim ama okumalarımızı destekleyebileceği için blog'a ekliyorum.

Fobidilya kapalı sitelere dair ipuçları verebilir...
Beyaz İnsan filminin açıklamasında kahve üreticileri, isyan ve kaçış planlarından bahsetmişler...
Amrika göç eden bir anne-oğul ikilisinin hikayesi...
Yedinci Kıta filmini bilenler vardır, ama yine de eklemek istedim. Hissizleştirici kent yaşantısı, vs...
Bir de şok doktrini var tabi ki, son gösterimi bugün 13.00'da...

Wednesday 7 April 2010

Tuesday 6 April 2010

Lyon, Zuckin

"Göç hayalleri"nden aklımda kalanlar
  • kahve tüketiminin suçluluk duygusundan bağımsız, iyi hissetmekle sonuçlacak bir tüketim olduğunun sunulması
  • tüketicinin doğanın korunması üzerine düşünmesinin sağlanması yerine, alışveriş alışkanlıkları ile doğal yaşama katkıda bulundukları hissinin yaratılması
  • sertifika işlemlerinin kimi zaman sadece (tüm kahve endüstrisi içerisinde) hiyerarşi sağlamaya yönelik bir düzen olarak görülebilmesi, yerel ekonomilere hizmet etmemesi
  • sertifika alabilmek, dünya pazarına çıkabilmek, fakirlikle savaşabilmek için çiftçilerin orman arazilerini işgal etmeye itilmesi çelişkisi
  • "Küresel eşitsizliği "normal" göstermek kimi toplumların diğer toplumların taleplerine göre üretim yapması gerektiği düşüncesini meşrulaştırır".

Zuckin'den aklımda kalanlar

  • Düş yaratma ve satma stratejileri (W.B.)
  • Büyük mağazalarla birlikte tüketim ürünlerinin her sınıfa görünür hale gelmesi stratejisi
  • Mekanın sınıfsal ayrımının, mekanı toplu taşıma hatlarından uzaklaştırarak yapılması
  • Disneyfy kavramı
  • "Kamusal mekan"" ve Sınıfsal mekan" arasındaki geçişe dair örnekler
  • Küreselleşmenin, her alana benzer mekan kurgularının uygulanmasının turizme olumsuz etkisi (Marmaris Orange County oteli)


Monday 5 April 2010

Sarah Lyon Migratory Imaginations makalesi ardından "Tüketim ve Medya Üzerine"

Popüler kültürün en önemli üretim araçları olan medya "gerçek" hayatı hammadde olarak kullanır; çeşitli yönlerini yeniden yaratarak, değiştirerek, şekillendirerek yeniden üretir. Modern insanın neredeyse bütün tercihlerini düzenleyen medyanın sonuç itibarıyla yaptığı şey, gerçeğin kurgusallaşmasıdır. Bazı tüketim nesnelerinde kurgusallaştırılan gerçeklik, çoğu zaman güç ilişkilerini ve iktidarı meşrulaştırmaya yarar. Medya ile desteklenen tüketim politikaları hayatımızı yeniden üretir. Toplumda “hakim” tanımlar yaratır ve güç dengelerini meşrulaştırarak bunları devamlı kılar.

Medya, tüketicinin davranışlarını yönetir, insanların hayatlarının nasıl olması gerektiğini anlatır ve insanların farkında olmadan medya tarafından belirlenen davranış kalıplarına uymasına neden olur. Medya tüketim nesnesine, insanların manevi değerlerlerine hitap edecek güçlü anlamlar yükler. Ürünlerin tüketimi iyi ya da faydalı olma esaslarına göre değil, tamamen alınan ürünün belli bir kimlik sağladığı anlayışına göre gerçekleşmektedir. Örneğin bir coca cola içiliyorsa bu gençlik ve özgürlük kimliğini o kişiye vermekte ya da Sarah Lyon’un makalesinde belirttiği gibi shade grown coffee kullanıyorsa o kişiye, doğa dostu,hayvan dostu, duyarlı kişi kimliği verilmektedir ( “Take a look at the label on the pocket.It could tell you whether you are responsible global citizen or party to the exploitation of Third Word producers” Times ---- “Don’t feel guilty, you don’t have to, buy a quality cup of coffee and support all kinds of life systems) . Böylelikle tüketiciler belirli anlamlar yüklenen tüketim nesnesini kullarak kendilerini diğerlerinden ayrıcalıklı hissederler.

Mike Federson’ın deyişiyle “Tüketim kültürü maddi bir fayda olarak değil de, göstergelerin tüketilmesidir. Sıradan mallara giz, sır, egzotiklik, güzellik ilintilendirilir. Bu malların orijinal ve işlevsel kullanımı gözden kaybolur. Medya bunu oluşturan bizim gerçeklik duygmuzu tehdit eden bir imaj aşırılığı üretir. Tüketim kültürü postmodern bir kültürdür. Bu dünya, ilişki ve tecrübelerinde en son modanın peşinde koşan,maceradan hoşlanan, yaşayacağı tek hayatı olduğunun ve bu hayatta zevk almak için gayret edilmesi gerektiğinin bilincinde olan insanların dünyasıdır. Farklılaşma tüketim kültürünün en önemli silahıdır. Her tabaka için belirli tüketim kalıpları oluşmuştur. Zenginler otomobil, müzayede; yüksek kültürel sermayeye sahip olanlar galeri ziyaretlerinden, avangart festivallerden, Bach’dan; düşük seviyede olanlar ise futboldan, patatesten hoşlanır.”

iki okuma: zukin, lyon...


Zukin’in ardından
Zukin, makalesinde kent yaşantısında son 30 yılda yaşanan büyük değişime değinirken bunun en önemli ve dikkat çekici sonuçlarından birisi olarak da artık kentlerin üretim değil "tüketim" merkezleri halini almalarını göstermektedir. Kenti yeniden şekillendiren ekonomik ve politik anlayış da belirgin biçimde bu değişimden etkilenmiştir. Artık kentsel tüketim mekanlarının oluşumu yeni oluşan kent ekonomisinin stratejisi olmuştur. Kültür ise, kentsel tüketimin en önemli parçalarından biri haline gelmiştir. Sonuçta özellikle tarihi kent merkezlerinde, geleneksel kaygılarından uzak, "standartlaşmış" tüketim mekanlarının ve kentsel tüketim öğesi olarak kültürün görsel bir öğe olarak sunulduğu müze, parklar gibi kamusal alanların yaratılması cesaretlendirilmiştir. Fakat kamusal alan yaratılmasında bu kadar hevesli olan kent yöneticileri, aynı zamanda "kamu yararı"nı da gözetmekte midir? Nitekim, bu ekonomik anlayışın, "estetik" kaygılarla kent merkezlerini sadece "görsel tüketim mekanları" gibi görüşü, kamu kurumlarının yapımını da geri plana itmesine neden olmuştur. Okul, kütüphane gibi kamunun temel gereksinimleri olduğu aşikar olan bu mekanların yaratıl(a)maması günümüz kent anlayışı ve yaşantısının belki de en büyük sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Esas olan kamunun yararı/ihtiyacı değil, yeni kent ekonomisini besleyen turistlerin ihtiyacıdır. Bu durumunda kente kimliğini veren tüketilen kültürün birer parçası olan kentli de yaşadığı kentte, artık sadece kamusal mekanlarda tüketilen bir öğeye dönüşmüş olmuyor mudur?



Göçmen kuşlar için mi, tüketmek için mi üretmek?
Post endüstriyel ekonomiyle bir taraftan kapitalist sömürünün organizasyon biçiminde değişme yaşanıyor, diğer taraftan iktidar ve güç dengeleri tarafından geliştirilen stratejiler tüketime yeni anlamlar kazandırıyor. Tüketicinin gerçek gereksinimlerine bağlı olmadan üretilen yeni tüketim nesnelerine yüklenen ve tüketmeyi meşrulaştıran anlamlar/semboller, tüketicinin sürekli farklılaşan taleplerine bir alternatif oluyor. Tüketici tercihleri ise kendisine sunulan alternatifler doğrultusunda ayrışıyor/ farklılaşıyor ve kimlik oluşumunda bir unsur haline geliyor. Ürünlerin sembol değeri, sosyal pozisyon savaşında bireylerin kendilerini ifade etme biçimiyle eşleşiyor. Böylece, tüketici kim olduğuyla ilgili zaten içinde var olan duygularını dışa vurmak için ya lüks tüketim nesnelerine yöneliyor ya da bunun aksine satın aldığı bu nesneler aracılığıyla kimliklerini inşa ediyor. Satın alma ihtiyacın bir sonucu olmaktan öte sembol/gösterge biçimine haline dönüşüyor.

Sarah Lyon.un da aktardığı bunun bir ABD örneği. Shade grown coffee’yi tercih etmek, göçmen kuşların habitatını korumakla ilişkilendiriyor, kahveye yüklenen anlam onu satın almayı meşrulaştırıyor. Lüks tüketim nesnesi olarak piyasaya sürülen bu ürün ayrışan ve farklılaşan tüketici zevklerine bir tercih olarak sunuluyor. Ancak senaryonun bir tarafı ekosistemin sürdürülebilirliği, koruma gibi masum niyetler taşırken, öteki tarafı kapitalizmin süregelen sömürme yaklaşımını küresel boyutta devam ettiriyor, küçük iş gücünü sömürüyor. Bu durumda satın alma stratejisi olarak öne sürülen shade grown coffee, göçmen kuşların habitatını mı korunuyor? Tüketici bu kahveyi alarak göçmen kuşları, doğal kaynakları, biyo-çeşitliliği, toprağı mı koruyor yoksa lüks tüketim mallarına artan talep karşılığında geliştirilen stratejiler temel mantığından vazgeçmeden en güçsüz kesimi –küçük üreticiyi- mi sömürüyor? Öteki taraftan, medya bu süreçte nasıl rol oynuyor, güç ve iktidar ilişkileri arasında nerede konumlanıyor?




for ph.d. :))

http://www.phdcomics.com/comics/archive.php?comicid=1047

sharon zukin, sarah lyon

Zukin

Postmodern dünyada bireyin bir yandan ‘farklı’ olanı arama bir yandan da belli bir toplumsal sınıfa girme (standartlaşma/homojenize olma) endişesi... Mekansal ve kültürel olarak sürekli artan -talep edilen ve arz yaratılan- bir çeşitlilik fakat bu çeşitliliğin homojenleştiği mekanlar, kültür… Post-fordist üretimin mekansallaşma sürecinde; sürekli tüketimi ve yeniden tüketimi (her seferinde bir öncekinden ‘farklı’ olanın tüketimini) destekleyen ve hem çelişen hem birbirini tamamlayan çeşitlenme ve standartlaşma sürecinde metalaşmayan bir çeşitlilik -bitmez tükenmez bir karşıtlık- mümkün mü?/nasıl mümkün olabilir?

Bugün belli bir yere özgü üretim teknikleri ile üretilen (otantik) ve o yerin kültürünün bir uzantısı olan bir ürün bulunabilir mi? O yerin yerlisi fabrikasyon bir ürünü ‘daha iyi/ucuz’ olduğu için talep ederken, turist otantik olanı arıyor. Bu nedenle kültürel çeşitlilik her kültür mekanında, “made in China” yazan her sergiye/müzeye/şehire ‘özgü’ desenlerin/simgelerin basıldığı bardaklar/kalemler/anahtarlıklar gibi standartlaştırılmış ürünlerin pazarlanması ile mi sağlanıyor? Eğer otantik olan yeniden üretilmişse “kültürünüzü sizin için biz daha iyi olarak ürettik”(Jameson, 1997) söylemiyle çeşitliliğin yok olmamasının sağlanıyor olması ne kadar gerçek/yapay?


Lyon

Gölgede büyüyen kahve üretimi sistemin dışında bir üretim gibi gözüken ama aslında sistemin kurallarını farklı bir şekilde uygulayarak sadece ürünü tüketim nesnesi haline getirmekle kalmayıp üretim gücünü de metalaştıran (‘postindustrial imagination of nature’) görünürde ‘organik’, özünde sermaye birikiminin (yeni) bir parçası olan bir süreç değil mi?

Organik, çevre dostu, ekolojik vb. söylemlerle hangi tüketimin daha ‘iyi’ olduğunu vurgulamak özünde çeşitliliği artırarak tüketimi destekleyen bir tavır değil midir, farklı bir yoldan aynı sonuca ulaşmaya neden olmaz mı? Buna karşı günümüz üretim biçimlerini dışlayıp bireysel üretimi öngören bir yaklaşım romantik bir yaklaşım değil midir? Bu noktada neyin nasıl tüketileceğini değil, tüketimin kendisini sorgulamak ve bugünün üretim biçimlerini reddetmemek fakat onları daha insancıl/sağlıklı/vb kullanmaya yönelmek/yöneltmek daha gerçekçi bir tavır olmaz mı?

The commodification and contradictions of shade grown coffee


Kahve kavurucuları 'roasters' ve pazarlamacılar yüksek ücretler alırken organik yollarla üretim yapan küçük kahve üreticisine geri dönen miktarın her yıl biraz daha düşmesi ekonomik bir dengesizlik yaratıyor ve üreticiyi iyi kahve değil iyi para getiren kahve üretmeye zorluyor, uzun bir süreç ve farklı özelliklerde üretim alanları gerektiren yöntem yerine kahvenin olgunlaşma süresini kısaltmak için güneş alan yerlerde yapılan üretim kahve çekirdeklerinin kalitesini düşürüyor. Gerek bu nedenler gerekse küçük üreticinin müşteriye ulaşımı büyük şirketler kadar kolay olmadığı için iyi kahveye ulaşmak gün geçtikçe dahada zorlaşıyor. Buna rağmen tüketicinin ürün talebi ve tüketimi gün geçtikçe artıyor. Acaba ürün kalitesinde görülen düşüşe rağmen talebin düşmemesi aksine daha da artmasının nedeni olarak kahvenin sadece zevk, mutluluk ve benzeri ihtiyaçlar için tüketilen bir ürün olmaktan çıkıp popüler kültürün bir parçası haline gelmesini gösterebilir miyiz ?

Sunday 4 April 2010

DK02. Melez Kamusal Mekan

DK02. Melez Kamusal Mekan
6 Nisan 2010 Salı, 19:00-21:00
Garanti Galeri - Platform Garanti
İstiklal Caddesi 115, Beyoğlu İstanbul
http://platformgarantienglish.blogspot.com/2010/03/dk02-melez-kamusal-mekan-hybrid-public.html
 
Katılımcılar:

Can Altay
Akın İdil (Valensas Teknoloji Hizmetleri)
Mücteba Kılıç (Genç Siviller)

Kamusal mekan bugün iki biçimde melezleşiyor: 1) ortam aynı anda hem fiziksel hem sanal deneyimlenebiliyor, 2) idaresi aynı anda kamusal, özel, ve sosyal olabiliyor. Mobil internet uygulamalarının yaygınlaşmasıyla ve iletişim teknolojilerinin kent altyapısına karışmasıyla kent dokusu üstünde ikinci bir sanal / enformatik doku oluşuyor. "Aydınlanmanın" kamusal mekan anlayışı olan geniş meydanlardan ya da post-modern kamusal mekanı ideleyen özelleşmeden, alışveriş merkezi örneğinden ötesi var. Melez kamusal mekanlar bizi ne tür yeni gerçekliklerle karşı karşıya bırakıyor, nasıl tepkiler veriyoruz? Hiper-yerel durumların yarattığı yeni ortak değerler ("commons") bireysel ve sosyal yaratıcılığı nasıl etkiliyor
Düğümküme Toplantıları, odağında sanat, çevresinde sivil toplum ve teknoloji olan yeni bir tartışma dizisidir. Güncel sanat ile hayatımıza yeni gerçeklikler getiren güncel teknolojileri ve ilgili sivil toplum konularını karşı karşıya getirmeyi amaçlar. http://dugumkume.org/dk02

Toplantılardan ilki olan
DK01. Dağıtık İş / Distributed Work 2 Mart tarihinde Brüksel Z33 Sanat Merkezi'nden Karen Verschooren, Helsinki Yurttaşlar Derneği'nden Emel Kurma ve Pilli Network eş-kurucusu Hasan Yalçınkaya'nin katılımıyla gerçekleştirildi.

2 Mart toplantısı "http://dugumkume.org/dk01-video"da izlenebilir.
Düğümküme Toplantıları boyunca bir tartışmalı-oylama sistemi kullanılıyor. Daha fazla bilgi almak ve kullanmak için kayıt olunabilir: http://kopublik.com/entities/5

Monday 29 March 2010

Metinlere sorulan sorular, başlılşaron


Habermas
Habermas mimari dilde mevcut olan farklılaşmanın yetersiz olduğundan bahsediyor. Eğer ileri sürdüğü gibi, binaları kaplayan şirket logoları ve neon ışıklar bu yetersizliğin bir sonucuysa, acaba (kendinden kaçmak için tarihten ödünç alınan kimliklerle eşzamanlı çoklu kimlik kazanan) yeni tarihselcilik yaklaşımı da bu durumun ayrı bir bir sonuç mudur?


Jameson
Örnek verdiği üç kitapla ilgili, tarihi yorumlamaları, bunu açıkça söylemsel olarak yapmaları ve kendi başarısızlıklarından bahsetmeleri postmodern çağın ideolojisiz dünyasına bir tepki olabilir mi?


Mcleod
"Architecture's value no longer lay in its redemptive social power, its transformation of productive processes, but rather in its communicative power as a cultural object."
Muhafazakar kesimin azımsanmayacak bir kısmı (galiba her toplumda) kendini muhafazakar olarak görmüyor, denilebilir.
Bu iki cümle arasında bir ilişki var mı?

habermas, harvey, baudrillard...

Postmodern kentte, belirli olumlu özellikleri taşıyan bir mahal imajının yaratılması, seyirlik gösteri ve teatralliğin örgütlenmesi, üslupların, tarihsel alıntılamanın, süslemenin ve yüzeylerin çeşitlendirilmesinin eklektik bir karışımı aracılığıyla gerçekleştirilir.(Harvey, Postmodernliğin Durumu) Mimariyi bir iletişim biçimi ve kenti bir söylem olarak ele alan Harvey’den yola çıkarak bugünün İstanbulu nasıl bir söylem üretir? Mimari üslupları postmodern olmayan mimarlar, postmodern bir kentin yaratımına farkında olarak/olmayarak katkıda bulunabilir mi?


Baudrillard’a göre geleneksel siyaset, sınıf savaşımı, toplumsallık, toplumsal değişim kuramları, bireylerin ya da sınıfların ve kitlelerin toplumsal eylemde bulunmaya yeterli oldukları varsayımı artık eskimiş kavramlardır….günümüz dünyası yalnız gösteriyle ilgilenir…böylece postmodern toplum, tüm sınırların, alanların, yüksek ve aşağı kültür, görünüş ve gerçeklik arasındaki ayrımların ve geleneksel felsefe ile toplumsal teorinin barındırdıkları tüm çift değişkenli karşıtların içe dönük çöküşlerinin mevzii olmaktadır. Bu yeni toplumun bireyi olarak kentli, kentinin gerçek-görünüş arasındaki konumunun ayırdına nasıl varır?


E-devlet, şeffaf devlet, ak masa kara masa bilgi hattı gibi oluşumların çokça anıldığı, bilginin artık kamusal alanda daha özgür dolaşacağı ifadeleri modern dünyanın bilgiyi elde eden iktidarını kurar devrinin sonuna ve başka bir döneme geçişe mi yoksa her şeyin kayıt altında tutulduğu, bilginin artık tamamen devletin kontrolüne geçtiği bir döneme mi işaret eder? Habermas’ın sözünü ettiği kamusal alan -formel devlet aygıtının dışında duran, yurttaşlara ait toplanma, eleştirel kamusal tartışma ve eylem alanı- her iki durumda da kendini gerçekleştirebilir mi? Buna bağlı olarak hedeflenmiş derinliksizliklerin kentinde(Jameson) yeni kamusal alanın kentteki mekansallaşması nasıl değişir?

soja, habermas, jameson üzerinden bölünerek çoğalan sorular

Habermas'ın metnine daynarak;
Metropolis kavramının eleştirildiği, kentlerin kurtarılmaya, bölünmeye, düzenlenmeye, temizlenmeye çalışıldığı bir yüzyılın ardından, kent kavramı hala yerini bulmamış mıdır? Daha ne kadar "düzenleme" denemeleri yapılmalıdır? (Kimin düzeni? Neyin düzeni?)
Bizim şehir kavramımız "bir yaşam biçimi"ne bağlıysa, yaşam biçimlerinin sürekli değişim içinde olması, daha da önemlisi, değişim hızının teknolojik gelişmelerle birlikte fazlasıyla artması kentlerin bu yeni yaşam biçimlerine yetişmesini zorlaştırmış mıdır?
Bunun düzensiz(?) kentleşmedeki rolü nedir?
Bu değişme hızı artışının yanı sıra, kentteki her grubun aynı imkanlara sahip olamaması (dışlanması, dışlaması, vs.) nedeniyle aynı oranda değişim göstermemesi de düzensiz(?) kentleşmede ne kadar rol oynamaktadır?
Jameson'ın metnine dayanarak;
Tafuri'nin "kimse bir 'sınıf mimarisi' bekleyemez, mümkün olan mimariye bir sınıf eleştirisinin getirilmesidir" düşüncesi nasıl şekillenmiştir? Sınıfların mimari yapılaşmasını görememesinin sebebi ne olabilir? (İletişim teknolojilerinin azlığı mı, bunları görüş alanının dışında bırakan bir yaşam alanına sahip olması mı, yoksa bunları kabul etmek istememesi, kendine görmek istediği gibi bir dünya yaratmış olması mı?)
Postmetropolis'e dayanarak;
Metin boyunca üzerinde ısrarla durulan eşitsizlik, kutuplaşma, statü, katmanlaşma, heterojenleşme, çeşitlilik gibi kavramların hepsi "AYRI OLMA" durumunun aslında nasıl da her yerde olduğunu gösteriyor. Birey de artık kentte ve sosyal çevresinde ayrışmayı normal karşılayabiliyor. Ancak, durum böyleyken, bireyin hata yaptığında "ben de insanım" diyerek ortak noktaya atıfta bulunması, kendi gelir/meslek grubuna ait konut bölgelerini tercih ederek benzerleri ile yaşamaya çalışması, reklamlarda görülen yaşam/insan biçiminin gittikçe daha da benzer fiziksel özellikler kazanması, özetle "ayrı" olmak değil "bir" ya da "benzer" olmaya yönelik eylem ve imgeler bunun tersini mi ima ediyor? Aslında ayrılırken birleşmek, giderken dönmek mi istiyoruz? Ya da bu sadece bireyin tek başınalığa geçiş dönemi için ürettiği bir alışma taktiği mi?

3 okumanın kafa karışıklığı

Jameson

Harvey’in zaman mekan sıkışması sadece mekanın deneyimlenmesi noktasında mı sorunsallaşıyor, yoksa aynı zamanda teknolojinin gelişmesine ayak uyduran üretim biçimlerinin üretim sürecinin kısalmasına yol açması ile kentsel mekan üretimi ile kültürel üretim arasında yaşanan kopukluğun nedenlerinden biri mi? Bugünün artarak hızlanan üretim sürecinde kentsel/toplumsal paylaşım mekanlarının üretimi zamana yayılan bir üretim sürecine nasıl dahil olabilir?


Günümüzde geç/çok uluslu kapitalist sistemin desteklediği üretimin dışında herhangi bir kentsel/kültürel üretim nasıl mümkün olabilir? Kapitalizm, kendisine karşı olan her tür üretimi dışlamak yerine onu tersine çevirip, kendi sisteminin bir parçası haline getirebilme karakterine sahip bir ekonomik sistemi mi benimsiyor? Eğer öyleyse, kapitalizmin egemen ekonomik sistem olduğu bir dünyada mimari üretim nasıl/ne kadar kentin her yönden sürdürülebilir toplumsal paylaşım mekanlarını tasarlayabilir?


McLeod

Postmodern anlayışta kültür tarihsel bir yaklaşımla imgesel olarak tekrar tekrar pazarlanan bir meta mı? Dekonstrüktvizm/dekonstrüktvist mimari ürün, kültür üretiminin bir uzantısı mı yoksa onun dışında/ondan kopuk ama kültürün kendisi olmak mı istiyor? Zaha Hadid-Kartal örneği… ne kadar kentin ve kentlinin dinamiklerinden beslenerek ortaya çıkmış bir mimari üretim, yapıyı bozuma uğratırken kentsel ve toplumsal süreçlerden nasıl beslenmiş/besleniyor?

IKI KENTSEL MUHALİF UYKU[suz]da...

uyku[suz] Murat Yalçıntan ve Erbatur Çavuşoğlu'nu "Kentsel Muhalefet" başlıklı sunumları ile 30 Mart 2010, Salı, 18:00'da ağırlıyor.
İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla Doktora Odası (Zemin kat, 134 Yanı)
30 Mart 2010 Salı, 18:00
http://uykusuztaskisla.blogspot.com/
Murat Yalçıntan
Radikal Plancı. Küreselleşme ve yerel politikalar başlıklı doktorasunı 2005'te London School of Economics'te tamamlamıştır. 1996'dan beri MSGSÜ'de ders vermektedir. Kentsel sosyal hareketler, mahalle grupları ve kentsel dönüşüm/yenileme konuları üzerine çalışan Solidarity Studio grubu üyesidir. m.c.yalcintan[at]gmail.com


Erbatur Çavuşoğlu
Akademisyen, Aktivist ve Müzisyen. Türkiye'de Kentleşme süreçleri başlıklı doktora çalışmasını 2004'te MSGSÜ'de tamamladı. Planlama, politika ve kentleşme üzerine 1998'de beri MSGSÜ'de ders vermektedir. Kentsel sosyal hareketler, mahalle grupları ve kentsel dönüşüm/yenileme konuları üzerine çalışan Solidarity Studio grubu üyesidir. Zardanadam Rock grubunun solistidir. erbatur[at]erbatur.com

MARINA HÄMMERLE // MODERNITY OF ECOLOGY

İTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ

DİSİPLİNLERARASI KENTSEL TASARIM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI
KONFERANS

Architecture in Vorarlberg - a sign of civic pride
MODERNITY OF ECOLOGY
MARINA HÄMMERLE
Vorarlberg Architecture Institute
Tarih: 01 NİSAN 2010, PERŞEMBE
Saat: 17.00
Yer: TAŞKIŞLA, 213
Marina Hämmerle (Mimar) _ Kısa Biyografi

1960 Lustenau, Avusturya doğumlu. 1978-1987 yılları arasında Viyana Uygulamalı Güzel Sanatlar Yüksekokulu (Hochschule für Angewandte Kunst Wien)'nda Uygulamalı Sanat, İç Mimari ve Mimarlık eğitimi aldı. 1987-2005 yılları arasında çeşitli mimarlık ofislerinde proje yürütücülüğü yaptı, Viyana'da, Asturia'da (İspanya) ve Vorarlberg'de kendi mimarlık atölyesini kurdu ve proje gruplarıyla çalıştı. 1999-2005 yılalrı arasında Vorarlberg Merkezi Mimarlar Birliği'nin yürütme kurulu üyeliği, 2002-2005 arasında Başkanlığını yaptı. 2009 yılından beri Viyana'da Başbakanlık Yapı Kültürü Komisyonu Danışma Kurulu üyesidir. 2005 yılından beri Vorarlberg Mimarlık Enstitüsü (VAi_Vorarlberger Architektur Institut)'nün direktörlüğünü yürütmektedir.
"Ansichtsexemplar" is the main topic of Architekturtageprogramm 2010 http://www.architekturtage.at/2010
Vorarlberg Architecture Institute

http://v-a-i.at

Habermas, Jameson, Mcleod Üzerinden Sorular

HABERMAS
Günümüz mimari tarzının etiketlenmesine (modern/postmodern vs) dair nasıl öngörülerde bulunabiliriz?
Modernden postmoderne geçişte bir paradigma kayması mı var?
Kuhn'un bahsettiği kriz-devrim göngüsü ile paralellik kurulabilir mi?

JAMESON
Mekanda politik görüş nasıl temsil edilir?
Günün hakim ideolojisini bulunduğumuz noktadan değerlendirmek mümkün mü yoksa gelecekte, tarihsel bir bakış açısı ile şartlarına bağlı olarak mı değerlendirilebilir?
İdeolojiler, gündelik hayatın gereklilikleri arasında kayıp mı oldu?

MCLEOD
Günümüz mimarının politik rolü ne? Öğrenciler gibi o da mı apolitik?
Mimarlığın sosyal rolü, kapitalist sistem tarafından satın alındı denilebilir mi?
Postmodernizm, tüketim toplumunun ürettiği objelerden biri mi oldu?

'Küçük insan'ın şehirle imtihanı

http://http//derece.blogspot.com/2009/04/asef-bayat-ile-soylesi-kent-modernite.html

Ortadoğu'da kent ve yoksulluk üzerine çalışmaları olan Asef Bayat'la kent, modernite ve yoksulluk üzerine söyleşi..

Baudrillard'ın Beaubourg Metni Üzerinden


Baudrillard Beaubourg(Pompidou Kültür Merkezi) için ‘Kültürel Caydırıcılık Anıtı’ tanımını yapıyor. İnsanların Beaubourg’e giderek ‘kültürün insani bir şey olduğuna dair o eski senaryonun aslında ölmüş bir kültürün yasını tutmak gibi keyifli bir olaya katılmaya davet edildiklerini’söylüyor. İnsanların davete koşa koşa giderek ‘yüzlerce yıldır onları bıktıran bu kültür karşısında salya akıtmak değil, her zaman nefret etmiş oldukları bir kültürün yasını tutma fırsatını kitleler halinde ilk kez ellerine geçirmiş olmalarına’ bağlıyor.

Ve bu bağlamda Kültür Merkezi’nin iç mekanları(müze-Beaubourg’un) ile dış görüntünün(iskelet-Beaubourg’un) arasındaki bir zıtlıktan bahsediyor:

‘Bu görüntüsüyle her türlü geleneksel zihniyet veya anıtsallık yaklaşımını değiştirebilecek güce sahip olan bu bina, içinde yaşadığımız çağın bundan böyle asla süreye bağımlı olmayacağını; sahip olabileceğimiz tek zaman anlayışının, hızlandırılmış bir yinelenme ve yeniden-yinelenme, devre ve transit akışkanlar şeklinde olabileceğini haykırmaktadır... Müze-Beaubourg, bu olguyu gizlemeye çalışırken iskelet-Beaubourg bunu yüzümüze haykırmaktadır. Zaten iskeletin bu kadar güzel ve iç mekanlarında gerçekten bu kadar başarısız olmasının nedeni budur. Kültürel üretim’ ideolojisi denilen şey her türlü kültürün antitezidir; tıpkı görsel ve çok işlevli mekan antitezi olması gibi, zira kültür ‘sır, ayartma, öğreti, gelişmiş bir ritüelle kısıtlı bir simgesel bir değiş tokuş alanıdır. Hiçbir şey bunu değiştiremez. Kitlelerin ve Beaubourg’un hoşuna gitse de gitmese de bu böyledir.’

(Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon Çeviri: Oğuz Adanır, Doğubatı Y. Ankara 2005, S: 97)


İskelet-
Beaubourg


Müze-Beaubourg

Bu bağlamda Türkiye’de ilk üç sırayı paylaşan siyasi partilerin son 4-5 sene içinde kullanıma açtıkları genel merkez binaları hakkında neler söylemek mümkün olabilir? Bu binalara bakarak neleri gizlediğimizi, neleri ortaya koymakta çok cesur davrandığımızı söyleyebiliriz?

AK PARTİ Genel Merkez Binası için: http://www.arkitera.com/h17516-36-milyon-ytl-lik-genel-merkez.html
http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=17471&month=5&year=2008&month=4&year=2008
CHP Genel Merkez Binası için:
http://www.atabasmimarlik.com/yonetim/chp.html
MHP Genel Merkez Binası için:

http://www.alparchitects.com.tr/proje_detay.asp?id=3

Yaşadığımız ülkenin modernleşme sürecinde(salt cumhuriyet modernleşmesinden değil daha eskileri de kapsayarak) simülakr ve simülasyon tanımları üzerinden neler söylenebilir?

Yine Baudrillard’in Beaubourg üzerine söyledikleri bağlamında düşünüp bugüne bakarak benzer bir Beaubourg simgesi bulmak istesek ilk anda aklımıza gelen simge yapı-yapılar hangileri olur?

soja ışığında...

1. 1960'larda yaşanan kırılmanın günümüz kentlerine etkisi nasıl olmuştur, hala yatayda ilerleyerek o kırılmadaki oluşumları mı ilerletiyoruz acaba sadece?

2. Mekan, toplumun ve baskın sınıfın isteklerinin yansıması olduğuna ve kentin en alt birimi de konut olduğuna göre, bu bağlamda, Türkiye'nin tüm kentlerinde yükselmiş ve halen yükselmekte olan TOKİ uygulamaları nerede durmaktadır? Bu durumda, her yerde karşımıza çıkan bu "dehşet verici" kitleler nasıl yorumlanmalıdır?

3. Harvey'den yola çıkarak, günümüzdeki İstanbul'un gelecekteki sosyal süreci -bir anlamda- nasıl belirlediği düşünülebilir? Kapitalist kentlerin yarattığı adaletsizlik ve haksızlık durumu giderek artmaya mahkum mu? Günümüzde kentsel dönüşüm adı altında gerçekleştirilen projelerin asıl amacı bu değil mi, halka iyi birşeymiş gibi yansıtılan "soylulaştırma"nın ta kendisi bu değil mi?

İki Yönlü Arzu: sanat - aktivizm

Pelin Tan'ın Brian Holmes ile gerçekleştirdiği söyleşi için tıklayınız. Konuşmada ''sanat ve aktivizm arasındaki çizgi, geçişler ve birbirine evrilmeye çalışan bu iki eylemin “arzusu”; günümüz neo-liberalizmin tahakkümü altındaki özgürleşme biçimleri, kaçışlar, sanatın ürettiği artık değerin dağılımı ve otonomluk sıkıntılarını..' tartışmışlar. Brian Holmes, Amerika doğumlu Fransa'da yaşayan biri hakkında ayrıntılı bilgi burada. Son yıllarda 16 Beaver Group isimli toplulukla Continental Drift başlığı altında New York Üzerine yaptığı okumalarla tanınıyor.

Sunday 28 March 2010

Saturday 27 March 2010

ideolojik kentleşme


Son yıllarda, “Avrupa Kültür Başkenti İstanbul” yaygarası ile halkımıza kanıksatılan pazarlama politikalarının açılış törenleri, pardon konserleri bugün yapılıyor…
Avrupa Kültür Başkenti denilen şey, her yıl farklı ülke şehirlerine biçilen bir paye, amaç kültürleri korumak, tarihi yaşatmak da değil, sadece pazarlama için vitrine çıkartmak! Ama yıllardır bazı sivil(!) toplum örgütlerini de arkasına alarak koparttıkları yaygarayı görenler sanır ki; İstanbul’da tarihi yerler koruma altına alınmış, farklı kültürler yaşatılıyor. İşte bu noktayı tartıştırmamak için olsa gerek, “beleş” konserlerle, halka; ne için dediklerini bile bilmeksizin “oleyyy, kültür başkenti olduk” dedirttirilmek isteniyor…
Halk bugün sahnelerin ön tarafında olacak, sahnelerde de “sanat(!)çılar”! Ya arka yüzünde ne var?


http://demiryoluhukuku.com/2010/kulturun-yok-edildigi-tarihin-katledildigi-baskent-istanbul-2010/

Friday 26 March 2010

non place


'..it is catatonic space… so familiar and so frequently used by massively escalating numbers of people as to be virtually anonymous’

Thursday 25 March 2010

Süngüsüz Cami: İdeolojik Camiden Kamusal Camiye

Kamusal bir mekan olarak camilere başka bir gözle bakan bir yazı

Wednesday 24 March 2010

UYKU[suz], 30 Mart'ta iki KENT MUHALİFİNİ ağırlıyor...

KENTSEL MUHALEFET
murat cemal yalçıntan / erbatur çavuşoğlu

30.03.2010
18.00
taşkışla- 134

Düğümküme Toplantıları 02:

Düğümküme Toplantıları 02: Melez Kamusal Mekan / Hybrid Public Space


Yer: Garanti Galeri – Platform Garanti

Tarih: 06 Nisan 2010 Salı 19:00

DESIGNboom

http://www.designboom.com/weblog/cat/9/view/9437/ryohei-koike-and-jarod-poenisch-nested-skyscraper.html

İthal sergiler İstanbul'a ne katıyor?

http://www.yenimimar.com/index.php?action=displayQuestion&ID=72#nogo