Monday 8 March 2010

Hepimiz biraz Truman'ız!

The Truman Show’u (Weir, 1998) izleyenler hatırlar, Truman adlı kişinin hayatının doğumundan itibaren haberi olmadan nasıl bir televizyon programı olarak yayınlandığını, bunun yapılabilmesi için de kameraların gözetlediği nasıl bir kurgusal dünya kurulduğunu. Öyle bir dünyadır ki o, kasabasındaki her şey kurgulanmıştır, insanlar bir metne göre hareket etmekte, olaylar bir senaryo ritminde gerçekleşmektedir. Truman’ın etrafındaki her şey aslında bir stüdyo ortamı ürünüdür, sahtedir, ama ki çok gerçek görünür, çünkü Truman için gerçek diye sunulan odur.

Sonra bir gün Truman bu gerçeği sorgulamaya başlar, başka gerçekler aramak için gitmeye karar verir. Ama ki ne zaman ki ufuk çizgisi sandığı şeye varır, o çizginin aslında boyanmış bir duvar olduğunu kavrar. Yaşadığı temiz, sakin kasabasının yalnızca bir kurgu olduğunu, gerçek olan dünyanın onun kasabasına hiç benzemediğini, o duvarın ardında bambaşka şeylerin döndüğünü anlar ve ufuk çizgisinin kapısından çıkıp gider.

Ataköy’de hayat da aslında Truman’ın kasabasına benzer. Belirlenmiş bir düzen vardır, bir dış ses her şeyi düşünüp, halletmiştir. Bloklar yükselir dört bir yandan, ama ağaçlar da onlara eşlik eder, yürümek için yapılmış yollarda. Evet, yürümek için, koşmak için yollar ayrı ayrıdır Ataköy’de, koşulan yolda mümkünse yürümemeli, yürünen yolda da mümkünse koşulmamalıdır. Tarifler, yazısız tariflerin yeridir burası. Kısım kısım sayılarla ayrılmıştır, ama bu kısımları birbirinden ayırmanın pek de bir kolay yolu yoktur. Bina isimleri, harflerden ve sayılardan oluşur, ama tipolojileri aynıdır. E-2-7-a blok no:8 gibi bir adrese sahip olmak biraz ürkütücüdür, özellikle de postanelerde bunu algılamaya çalışan görevlilerce.

Binaların birbirinden ayrışma yöntemi çok zekicedir(!): hepsini farklı bir renge boyamak. Mavi-beyaz, yeşil-beyaz- sarı-bordo- kırmızı-bej, pembe-lila, fıstık yeşili-güneş turuncusu gibi bir sürü renk kombinasyonunun yeridir burası. Boya firmalarının en sevdiği yerleşke olması kaçınılmazdır.

Eğer ki dışarıdan gelen biriyseniz, burada kaybolmamanız imkansızdır. Her şeyi daha kolay hale getirmek için verilen sayılı, harfli bina isimleri, ve onları birbirinden farklılaştırmak yerine aynılaştıran renkli halleri daha çok kafa karıştırır, dışarıdan gelen insanı krize sokar, içerideki için ise bu artık doğal bir şeydir, onun gerçeğidir.

Hayatın çok da temas etmediği bir yerdir adıyla daha da ironikleşen bu kent içi steril köy. Sanki görünmez duvarlar vardır dört bir yanda, o duvarların ardında tıpkı Truman’ın kasabasındaki gibi gerçeklik saklıdır.

Ama öte yandan günümüz mekan üretiminin geldiği son noktanın kısmi bir tarihini barındırır burası kendi bünyesinde. Meta olarak mekan, mekan olarak meta burada ikisi iç içe geçmiştir. Birbirini sürekli besler bir döngü içindedirler.

Özellikle 11. kısma kadar yapılıp da, atlanan 6. Kısım bölgesinin yakın zamanda tamamlanması mekanın nasıl da üretilen bir şey olduğunu, özellikle de zaten üretilmiş, fabrikadan çıkmış barkotlu bir yer içinde nasıl da var olduğunu görmek için idealdir.

Önceleri tüm renkli ve kodlu binaların arasında bataklık görünümlü bir kent boşluğu olan bu yer kurban satım+kesim alanı olarak kullanılırdı. Her sene, kan gölüne dönen bu alanı barındırmak Ataköy için çok zordu ama öte yandan bir ihtiyaçtı da. Geri kalan zamanlarda da bu alan, top oynama, araba kullanmayı öğrenme gibi serbest amaçlarla kullanılırdı. O zamanlarda burası Ataköy’ün sahiplendiği bir parçası değil, yok saydığı bir parçasıydı. Buranın tek şanssızlığı o görünmez duvarlarla iç içe oluşuydu. Bu sebeple değerliydi, bir kısım olarak 6 rakamına dönüşmesi gerekiyordu.

Sonra bir gün beklenen oldu. Haydi 6. Kısmı unutmuşuz, onu yapıyoruz denildi ve bir “gated community” olan Ataköy Konakları böylece sıra sıra dizildiler, Ataköy’ün yapay duruşunun içinde daha yapay duran ne olabilir diye düşünürken bunun yapılması tüm soruların cevabı oldu. O atıl alan tüm bu görünmez duvarlara ek olarak bir de gerçek duvarlarla çevrildi, hızla lüks konutlar yapıldı, palmiye ağaçları dizildi dört bir yana ve özel insanlar oraya taşındı. Özel olamayan özellerse dışarıda kaldı, neyse ki onların da dışladıkları vardı. Herkesin içi rahattı. Çemberin içine bir çember daha eklendi. Bir tek koyunlar telaşlandı nerede kesileceklerine dair, ona da çözüm her zamanki gibi düşünülmeden bir şekilde üretildi.
Bugün 6. Kısım olan alanda şu sıra bir de alışveriş merkezi yapılıyor. Bu kurgusal dünyanın içindeki eksik parça nihayetinde tamamlanıyor.

Kurban kesim alanından, alışveriş merkezini de içeren lüks bir “gated community” e dönüşmenin hikayesi, aslında sadece o da değil tüm kısımlarıyla Ataköy’ün hikayesi tam da Lefebvre’nin mekanın kapitalizmin bir aracı haline gelerek kendini her daim mekan ile yeniden üreterek ayakta kalmasına bağlamasına dair güzel bir örnek olarak yaşadığım çevrede karşıma çıkıyor.

Mekanın üretilen bir şey olması, o üretilmişliğin içinde bizlerin de birer üretilen haline gelmesi ve bu noktada mimarlığın bunun aracı olması var burada. Mimarlık kurgular üretme, bu kurgularla mekanın kapitalizmi bir aracı oluşunu sunma haliyle, bazen çok, bazense çok az kalan bir şey oluyor. Ama hepimizin biraz Truman oluşu ise asla azalmıyor tüm bu kurgusallıkların içinde.

No comments:

Post a Comment