Tuesday 23 March 2010

Kente ve kentliye toplumsal yaşamın parçaları olarak değil, sermayenin kar araçları (tüketim mekanı ve tüketici) kimliğiyle yaklaşılması, kentsel mekanların kentliyi paylaşıma ve toplumsal/kültürel üretime değil tüketime yönlendiren sermayenin mekanları olarak üretilmesine yol açmakta ve mekanın değerinin kent ve kentliye kazandırdıkları (toplumsal-kültürel değer) üzerinden değil yerel yöneticiye/çok uluslu yatırımcıya/iktidar sahibine kazandırdıkları üzerinden belirlenmesine neden olmaktadır.

Kentleşmenin (endüstriyelleşmenin) ardından kente göçenlerin yarattığı kendi yaşam/barınma mekanlarının, Certeau’nun ‘taktik’lerivari bir şekilde oluşması ile kentin mekansal ve toplumsal olarak karmaşıklaşması, sermayenin gücünün sadece mekanı kendi istekleri doğrultusunda yaratması/oluşturması ile kalmayıp öngörülmeyen mekansallaşmalara da yol açmıştır. Ancak bugün dolaylı olarak sermayenin yarattığı bu mekanlar gene sermaye için yokedilip yeniden inşa edilmek istenmektedir.

Bu yaklaşım ile ele alınan sadece konut alanları değildir. Sokaklar (yol ve kaldırım birlikteliği) kentlinin ulaşım araçlarından biri olarak değil yerel yönetimlerin kar aracı olarak görülmekte ve yollar otoparklarla, kaldırımlar/yaya yolları reklam panoları vb. ile işgal edilmekte veya kentliyi önplanda tutmayan tünel/köprü/altgeçit/üstgeçit gibi sözde mekansal çözümlere gidilmektedir. Kent içindeki boş araziler de toplumsal ve kentsel paylaşım alanları olarak (park, tiyatro, opera, kütüphane vb.)değil rant araçları olarak görülmekte ve bu doğrultuda (alışveriş merkezi, residence vb.) kamuya kapalı mekanlar olarak üretilmektedir.

Bu (Soja’nın terimleriyle) postendustriyel/postfordist mekan üretiminin tetiklediği kent ve kentli kavramları, çok çeşitli şekillerde katmanlaşmakta ve İstanbul 'postmetropolis’ini toplumsal bir üretimin mekanı olarak değil, sermayenin mekanı olarak oluşturmaktadır.

No comments:

Post a Comment